Aslında en temelinde sormamız gereken soru şudur: “İnsan mı dünyanın sahibi yoksa dünya mı insanın?”
Biliyor musunuz, ABD’nin Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) 9 Ekim 2009’da Ay’a bir bomba attı. Ay’da bir üs kurabilmek ve su aramak için atmış. Çarpma etkisiyle ay yüzeyinden 1,5 km yüksekliğinde 350 ton toprak yükselmiş.
Bu haberi okuyunca oturup bayağı bir düşündüm. İnsanın neyi ne kadar yapmaya hakkı vardır diye…
Mesela NASA Ay’a daha büyük bir bomba atsaydı? Mesela Ay yok olsaydı? Ne olurdu? NASA çıkıp özür mü dilerdi?
Bilmiyorum, merak edip düşünüyorum. Beri yandan Ay’a kocaman bir meteor da çarpabilir ve Ay yine yok olabilir. O halde insanlar bomba atsa da aynı şey belki…
Benzer şekilde canlıların genetik yapısı. Özellikle ABD kaynaklı gen bilimciler, “Bakayım şu genin burasını değiştirince şu faydayı elde edebilir miyim?” diyerek genleri değiştiriyor. Bir fayda elde ettiğini düşünüp de bunun ticari değeri olduğunu farkettiğinde bunu satıyor.
Beri yandan genetik yapımız zaten yüzyıllardır değişiyor. Mısır bitkisi, ilkel zamanlarda parmak kadardı. Zamanla klasik ıslah yöntemleri ile bu haline geldi. Atlar köpek kadardı ve insanlar atları yemek için besliyordu. Zamanla ıslah edildi ve atlar bugünkü hallerine geldiler.
Sorup duruyorum, insanın doğaya ne kadar müdahale etme hakkı var?
Diyelim ki GDO’lar zararsız. Bir genetik yapıyı nereye kadar değiştirmeli insanoğlu? Hatta kendi genetik yapısı da dâhil bu konuya. Diyelim ki insanlık hücre bilimi ile ilgili tüm sırları keşfetti ve ölümsüzlüğe ulaştı. Ne olacak sonra?
Biliyor musunuz bugün dünyadaki insanların sayısı, bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm insanların sayısına eşit. Yani ilk insandan bugüne kadar yaşayıp ölmüş tüm insanları saysak, yaklaşık olarak bugün dünyada bulunan insan sayısı kadar.
Bu kadar insanın hiç ölmediğini düşünsenize…
Böyle bir dünyada insanın çoğalmaya hakkı olur muydu? Mesela kaç insanı kaldırabilir dünya? Şu an 7 milyar insan var, 50 milyar insanı kaldırabilir mi? 100 milyar? Nedir sınır?
Böyle bir dünyada yaşamak ister miydiniz? Dünyadaki her yerin büyük şehir merkezi olduğu bir dünya…
Bu noktada aklıma bir Kızılderili şefinin, onlardan toprak satın almak isteyen ABD başkanına yazdığı mektup geliyor. Oradan bir alıntı yapıyorum:
Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.
Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur?
Bakın tam bunları yazarken, aslında yanlış bilgiler içeren bir e–posta geldi bana. Bir kızarmış tavuk firması resimdeki genetiği değiştirilmiş tavukları kullanıyormuş.
Bu gördüğümüz, tüysüz, çirkin bir canlı öyle değil mi?
Bir bilimci olarak bu canlının GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) bir canlı olmadığını söylemem sizi rahatlatıyor mu? Böyle bir tavuk yemek istiyor musunuz?
Evet, bugün bilim çevrelerinin yaptığı tanımla (ki ben şahsen o tanımın doğru olduğunu kabul etmiyorum) bu GDO bir canlı değildir. Yani hayvanın embriyosuna bazı genler zorla sokularak yapılmamıştır.
Bu yoğun ıslahla üretilmiş hibrit bir tavuktur. Tüysüz olması yönünde yoğun ıslah yapılmıştır. Uzmanlar bakmışlar ki tavuk beslemede proteinin önemli bir kısmı tüy yapımına gidiyor. Oysa yemin en pahalı girdisi protein ve tavuğun en para etmez kısmı tüy. O halde “Gelin tavuk tüysüz olsun.” demişler. Buyurun size ucuz ucuz afiyetle yiyebileceğiniz bir canlı.
Hiç ıslah olmasın mı?
Olsun tabi. Ancak bu ıslah laboratuarlarda, bunu tüketecek halktan çok uzak olarak büyük bir hızla, tek işi sadece ıslah olup da o ürünün nasıl yetiştirileceği hakkında azıcık bilgisi olmayan uzmanlar tarafından geri dönülmesi imkânsız şekilde yapılmasın. Nasıl mı yapılsın ıslah, bakın açıklayayım:
Bence benim doğada bulabileceğim en güzel gıdalardan biri, Datça bademidir. İnanılmaz lezzetli, hem de faydalı bir gıdadır. Tavsiye etmeyecek beslenme uzmanı olduğunu sanmıyorum. Bu badem de ıslah edilerek bu hale gelmiştir. Hikâye şöyle:
Eskiden Datça’da meşe palamudu üretimi çok yaygınmış. Ancak bir süre sonra palamuttan üretilen maddenin daha ucuz olan yapayı yapılınca palamut para etmemeye başlamış. İnsanlar ne yapacaklarını düşünürlerken bademi keşfetmişler. Hangi badem ağacı iyi ise bir anda tüm Datça Yarımadası’nda duyuluyor ve herkes komşusundan kendi ağaçlarına aşılamak için bir dal alıyormuş. Hatta ağacı iyi olanın adı veriliyormuş bu yeni bademe. Örneğin “Ali Çavuş Bademi”, “Ahmet’in Bademi” gibi. Aklımda kaldığı kadarı ile 10–20 yılda en iyi, en sevilen bademe bu yolla ulaşılmış. Sonunda bu en iyisi Datça Bademi olarak tüm yarımadada yaygın olarak yetiştirilmeye başlanmış.
Burada bir tane bile genetik mühendisi bademleri alıp da laboratuara götürmemiş. Kimse “Acaba bademlerin genetiği değiştiriliyor mu, bir zararı var mı?” diye düşünüp endişelenmemiş.
Bizim birçok geleneksel ürünümüz bu şekilde ıslah edilmiştir. İsimlerine bakın: Ayşe Kadın Fasulye, Çavuş Üzümü, Hacıömer Karası Kiraz, Mustafa Bey Armudu ve yöresinin adı ile tanınmış diğer ürünler…
Son Söz
Ey insanoğlu! Gelin her şeye müdahale edip onun ruhunu, özünü, benliğini değiştirmekten vazgeçelim artık. Çünkü bunu yapmakla kendi ruhumuzu, özümüzü, benliğimizi de kaybediyoruz.
Ay’a bomba atmayalım. Tüysüz, ne idüğü belirsiz tavuklar yapmayalım. Mısırın genetiğini zorla, cebren ve hile ile değiştirmeyelim.
Islah yapılacaksa, çocukluğundan beri tarım yapan ve o bitkinin her şeyini bilen üreticilerimiz bölgesel olarak o bitkiyi imece usulü en güzel şekilde ıslah eder. Yine çıtır çıtır Ayşe Kadın fasulyelerimiz, lezzetli Çengelköy hıyarlarımız olur. Gerekirse verimi arttırılır, gerekirse susuzluğa dayanıklı yapılır.
Biraz sakin olalım. Birbirimizi dinleyelim. En önemlisi de, bilim adamlarına falan sormadan en temelinde kendimiz şunu sorup kendimize düşünelim; “İnsan mı dünyanın sahibi, yoksa dünya mı insanın?”
Yorumlar
Konuk
Yorum 2 (03 Şubat 2011 19:15)
Konuk
Yorum 1 (10 Kasım 2009 14:40)
Yorumunuzla katkıda bulunun