Samimiyet sizce nedir?
Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük’te bu kelimeyi “içtenlik” olarak açıklıyor.
Toplumda bir samimiyet sorunu olduğunu hep hissetmişimdir. Birisi ile bir amaç için yola koyulursunuz ama sonra bakarsınız ki yalnızsınız. Üstelik bu özellik tarihseldir. Bu coğrafyada yaşayan Nasreddin Hoca’nın fil hikâyesini bilirsiniz.
Bir siyasi parti yüzde elliye yakın oyla hükümet kurar. İcraatları tartışılınca da kime sorsanız, ona oy vermemiştir. İstatistik kuralları gereği, sorduğunuz on kişinin dördü “verdim” demelidir değil mi?
Pekiyi inandığımız değerleri ne derece sahipleniriz? Ya da acaba bazı değerleri ciddiye almadan mı benimseriz?
Yılbaşında Noel elbiseleri giyerek kutlama yapanlar, teklif edilse Hıristiyan olmayı kabul ederler mi? Müslüman olmakla övünenler, neden içki içmekte mahzur görmezler? Yanlış anlaşılmasın, yaşam tarzının seçiminde herkesin kendi tercihini hür olarak yapmasının gereğine inanırım. Ancak tercihi ne olursa olsun, onu benimseyen kişinin de ilkeli olması ve bu tercihini bir bütün olarak yaşaması gerekmez mi?
İnternet’te dolaşan bir şehir efsanesi, samimiyet konusunda müthiş bir ironiyi ortaya koyuyor. Hikaye gerçek olmayabilir ama sonuç sık rastlanılan türden.
Küçük bir kasabada bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir meyhane inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler. Ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine istediği gibi bir işyeri açmasına da yasal açıdan karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin tek yapabildiği, imamın öncülüğünde bu meyhane için her gün beddua etmekten öteye geçememiş.
İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala, her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu meyhane yerle bir olmuş. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler. Meyhanenin sahibi adam ise, “cami imamının ve cemaatin bu hasardan sorumlu oldukları” iddiası ile kendilerine karşı tazminat davası açmış. Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda sorumlu tutulmalarına itiraz etmişler. Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler.
Davanın görüldüğü gün yargıç dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp, “Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum.” demiş. “Dosyadaki tutanaklara bakarsak, ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir meyhane sahibi, diğeri ise buna ihtimal vermeyen bir imam ve cemaati!”
Not: Orijinal hikâyenin metninde “meyhane” yerine başka bir kelime geçiyor. İnternet sitemin yayın politikası gereği değiştirdim, bilginiz olsun.
Yorumlar
Konuk
Yorum 4 (12 Ocak 2012 21:17)
Konuk
Yorum 3 (07 ubat 2010 06:33)
Konuk
Yorum 2 (20 Ocak 2010 23:04)
Yorumunuzla katkıda bulunun