90’lı yılların başında Eskişehir’de bir mobilya fabrikasında üretim planlama şefi olarak çalışmaktaydım. Firma iflastan sonra Ankara’daki bir grup tarafından yeni devralınmış ve ayarlanan çekirdek bir kadro ile ayağa kalkmaya çalışıyordu. Yeni bir işletme için fedakârca çalışan, birbiri ile uyumlu bir avuç insanın oluşturduğu bir kadro idi bu.
Bu çalışanlardan biri, Bulgaristan göçmeni bir Türk olan ve çay servisi ile ilgilenen hizmetlimiz Ürküş Hanım idi. O yıllardaki zulümden bunalarak, doğduğu yerden kalkıp Türkiye’ye gelmişlerdi. Minyon olduğundan, Hababam Sınıfı’ndaki Hafize Teyze’ye çok benzerdi. Farklı olarak, gülümser ama onun kadar sesli gülmezdi. Çok ciddi çalışır, hızlı adımlarla yürürdü.
Açık Çay
Üniversite hayatımın başlangıcında yakalandığım mide ülseri nedeniyle açık içmeye başladığım çaya, o yıllarda da aynı formatta devam etmekteydim. Ülserim iyileşmişti ama çayın bana keyif veren tadı öyle kaldı hayatımda. Hâlâ çayı açık ve son on yıldır da şekersiz olarak içerim.
Bahsettiğim işletmede her şey çok iyi gidiyordu. Ekibimle üretim planlama fonksiyonunu gerçekleştiriyorduk. Bir küçük sorun olarak, defalarca söylememe rağmen hizmetlimiz Ürküş Hanım’ın çayı istediğim ayarda açık olarak getirmesini sağlayamadım. Kadıncağız bunu bir türlü beceremiyordu! Belki yetiştikleri toplumda böyle bir “kavram” yoktu.
İlginç Bir Tarif
Bir gün, olaya biraz mizah karıştırmak istedim. Böylece istediğim çay ayarını abartılı ama akılda kalıcı olarak anlatmış olacaktım. Ürküş Hanım’a dedim ki:
- Bak Ürküş Hanım, benim çayımı şöyle hazırlarsan tam istediğim gibi olacak.
- Nasıl?
- Çay bardağına tamamen sıcak su dolduracaksın. Ondan sonra, hani şu kulağımıza veya burnumuza ilâç damlattığımız damlalık var ya?
- Evet?
- Suya onunla üç damla çay damlatacaksın!
Ben gülümserken, Ürküş Hanım hiçbir şey demeden hızla uzaklaştı yanımdan. Doğrusu garipsedim. “Hadi be!” falan demesini bekliyordum. Ama o şaşkınlık bile göstermedi.
Damlalık
Bu konuşma öğleye doğru gerçekleşmişti. Öğleden sonra satınalma sorumlumuz Demir Bey yanıma gelerek:
“Hasan Bey!” dedi.
“Damlalık istemişsin. Üretimin neresinde kullanılacak bu? Hayır, anlam veremedim de?”
Bir an dondum kaldım. Kendime geldiğimde, damlalığı Ürküş Hanım’ın sipariş ettiğini öğrendim. Ondan sonra koptum tabi. Olayı anlatınca Demir Bey de gülmeye başladı.
Ürküş Hanım konuştuğumu (mizah saymadan) tamamen ciddiye almıştı. Kendisini çağırıp, şakayla karışık bir ölçü vermeye çalıştığımı söyledim. “Anlamam ben öyle!” dedi.
Kıssadan Hisse
Ben de anladım ki, yetiştikleri toplumun çalışma hayatında mizah kavramı yoktu. O kadar emir–komuta odaklıydılar ki, söyleneni yorumlamadan olduğu gibi yapmaya gayret ediyorlardı.
Konu netleşince, biz de açık çay yerine su içmekten kurtulmuş olduk. Çayım mı? O yine istediğim ayarda gelmemeye devam etti.
Yorumlar
Konuk
Yorum 4 (10 Nisan 2016 13:00)
Konuk
Yorum 3 (29 Ekim 2013 23:05)
Konuk
Yorum 2 (26 Ekim 2013 20:51)
Konuk
Yorum 1 (25 Ekim 2013 22:21)
Yorumunuzla katkıda bulunun