Video kameralar kişisel anları kaydediyor, bilgisayarlar kişisel ayrıntı ve bilgileri depoluyor, iletişim ağları kişisel bilgiyi dünyanın kullanımına açıyor. Teknoloji giderek insan mahremiyetine kastediyor. Teknolojiyi kullanan kurum ve kişiler, haklarında malumat elde ettikleri kişilerin mahremiyetine tecavüz ediyor. Artık bir gözetim toplumunda yaşıyoruz: Paranoyak değiliz, biri bizi gerçekten gözetliyor!
Mahremiyet, bizi dikkatlerin kısa ömürlü olduğu ve malumatın bilgiyle karıştırılabildiği bir dünyada, gereksiz yere yanlış tanımlanmaktan ve yargılanmaktan korur. Bir başka insan hakkındaki doğru bilgi, ancak karşılıklı içini dökme ile yavaş yavaş elde edilebilir. Bilgi çağında kişisel veriler hakkımızda bir “dijital biyografi” yaratmak amacıyla kullanılıyor. Dünyamız giderek daha bürokratik ve gayrı şahsi bir hüviyet kazanıyor ve veri tabanlarından elde edilen istatistik veriler, hayatın pek çok alanında belirleyici oluyor. Bir kişiye kredi kartı verilip verilmeyeceği, kişinin işe girip giremeyeceği, borç alıp alamayacağı gibi pek çok konu, dijital arşivdeki dosyasına bakılarak hükme bağlanıyor. Veri tabanlarından elde edilen malumat, büyük şirketler tarafından alınıp satılır bir meta haline getiriliyor. Bu malumat sayesinde tüketici eğilimleri yönlendiriliyor, süpermarket rafları yeniden tasarlanıyor, yeni reklâm stratejileri geliştiriliyor. Ne de olsa tükettiğimiz ürünler kimliklerimizi ele veriyor. Bugün aldığımız ürünler bakımından tercih edebileceğimiz çok sayıda seçeneğe sahibiz ve bazı markalar kimi kişilik özelliklerini ve vasıfları simgeliyor. Sözgelimi Pepsi, Coca-Cola’ya göre kendisini daha asi, daha genç bir tüketiciye pazarlıyor.
Veri tabanlarındaki malumatın hiç de kötücül amaçlarla kullanılmadığı, buradan pazarın yönlendirilmesi dışında bir “büyük birader sizi izliyor” durumu çıkarılamayacağı söylenebilir. Ancak sorun kredi kartları, mağaza kartları, bilgisayar veri tabanları ve benzeri gözetim yöntemleriyle hakkımızda oluşturulan dosyanın, bizim irademiz ve arzumuz dışında başka amaçlar için kullanılabilmesidir. Mahremiyetin gayesi, kişisel malumattın sadece o kişilerin istediği amaçlarla kullanılmasını güvence altına almaktır. İnsan topluluk içindeyken bile mahremiyeti arzular, kalabalık bir lokantada dahi, yan masada oturanların konuştuklarımızı dinlemesini istemeyiz.
Siber âlem, kişisel bilgi devşirmenin en gözde mekânı. Web sayfaları, internette gezinen kişinin tüm hamlelerini gizlice izleyebiliyor. Böylece arzu, istek ve eğilimlerimizin arşivlendiği kalabalık bir dosya oluşuyor. Nette dolaştıkça sınıflanıyoruz, kategorize ediliyoruz, profilimiz çıkarılıyor ve her tıkımız izleniyor. Web mekânı, kullanıcı kişinin sayfayla nasıl bir etkileşime girdiği, nereye ne kadar dikkat verdiği, sayfada ne kadar kaldığı bilgisini kendi veri tabanına aktararak bir sonraki sefer o kişiye uygun reklâmları sunabiliyor. Nette harcadığımız zaman arttıkça, hakkımızda eşi benzeri olmayan yaygınlık ve derinlikte kalıcı bir kayıt yaratıyoruz. Web sayfasındaki bilginin geçici olduğunu düşünüyoruz oysa internette pek az şey kayboluyor veya unutuluyor. Sadece biz ekrana bakmıyoruz, ekran da bize bakıyor.
Dijital devrim, malumatın yığılmasını ve birleştirilmesini kolaylaştırıyor. Böylece hayatımız incelenebilir ve araştırılabilir hale geliyor. Şirketler kişisel bilgilerimizi bir araya getiriyor. Milyonlarca dijital biyografi araştırılıp, ayrıştırılıp incelenebiliyor. Veri tabanlarının bazı kullanımları Kafka’nın davasını hatırlatıyor: güçlü bürokratik aygıt karşısında neden tutuklandığını anlamakta zorluk çeken Joseph K. gibi, pek çoğumuz kişisel bilgilerimizin toplanma ve kullanılma süreçlerine katılamamaktan ötürü bir acziyet, bir incinmişlik yaşıyoruz.
Mahremiyet, bürokratik kayıtsızlığa dur diyebilmek gücüdür. Hakkımızdaki bilginin nasıl, nerede ve ne amaçla kullanılacağını bilmek hakkıdır. Kişisel bilgilerimizin alınıp satılmasına, çöp mesajlarla gelen vur kaç reklâmcılığa, kimlik kapkaçına, hayatın bütün gözetim vasıtalarıyla didik didik edilmesine dur diyebilmektir.
Bizi gözetleyenlere, arada bir kendimizi gösterip “Cee!” diyebilirsek, bu oyun daha şenlikli olabilir.
Yorumunuzla katkıda bulunun