Organizasyonda, çalışanların yaptığı işin belirli olması ve bunun herkesçe bilinmesi için unvanların kullanıldığını biliriz. Hoş, günümüzde kullanılan bazı unvanların ne iş yaptığını yarım saat düşünüp bulamadığımız da oluyor ama haydi, “Bunlar uç örneklerdir” diyelim.
İşletmenin organize olması için icat edilen unvanlar, bazı çalışanlar tarafından haysiyet ifadesi olarak algılanabiliyor. Bu durumda iş hayatında bir unvan edinme savaşı başlıyor. Ancak hak edilmeden kazanılan (veya dayatılan) bir unvan, çalışanın başına belâ olabiliyor. Bu yazımda, bir anım üzerinden buna dikkat çekmek istedim.
İlk İş
Yıl: 1987
Mezuniyetimden hemen sonra, Ege’nin küçük bir sahil kasabasındaki bir firmada iş bulmuştum. Şu anda var olmayan bu firma, pres kapı üreten küçük bir fabrikaydı. Kendileri de fabrikanın bahçesindeki villasında yaşayan yaşlı bir çift ve iki oğlunun çalıştırdığı bir yerdi. Büyük oğul daha çok İzmir’de durur ve pazarlama ile ilgilenir, küçüğü ise fabrikada bulunurdu. Babasından fırsat buldukça üretimi yönlendirmeye çalışırdı.
Ben onlarda, (henüz bekâr olduğumdan) ailemin oturduğu ilçeye yakın olmaları gibi bir avantaj bulmuştum. Onların bende ne bulduğunu ise, kısa süre sonra anlayacaktım.
Planlama ve üretim faaliyetlerini organize edecek “düz” bir eleman olmak niyetiyle işe başlamıştım. İş hayatım askerlik nedeniyle bölüneceğinden, firmadan fazla bir beklentim yoktu. Okul hayatımda öğrendiklerimi uygulama fırsatı bulsam ve kendimi sonraki iş hayatıma geliştirerek hazırlasam, yeterliydi. Bu nedenle unvan, çalışma koşulları vb hiçbir şey umurumda değildi.
Ancak hayatın akışına sadece bizim beklenti ve kararlarımız yön vermiyor. Sahnede başka oyuncular da var.
İlk Unvan
Bir gün patronun küçük oğlu yanıma geldi ve bana bir kutu kartvizit uzattı. İlk işim olduğundan, ilk kartvizitimdi. Kutuyu sevinçle açtım ama sevincim kısa sürdü. İsmimin altındaki unvan, kısa süreli bir şoka girmeme neden oldu: “Fabrika Müdürü”.
Kendisine bu unvanı hak etmediğimi, dolayısıyla kabul de edemeyeceğimi söyledim. Henüz yeni bir mezun olarak pratik bilgimin az, yönetim bilgimin hiç olmadığını ve küçük de olsa bir üretim kadrosunun yönetiminin boyumu aşacağını ekledim. Aldığım cevap şokumun dozajını arttırdı: “Biz önemli yerlere teklif veriyoruz. Bu unvanla tanıtacağımız birine ihtiyacımız var. Kadromuz zayıf, tek mühendis de sizsiniz. Hem siz de böyle daha güçlü olursunuz.”
Anlaşılıyor ki kart beni değil, teklif verilen firmaları etkilemek için düşünülmüştü. Bu zamansız terfinin bana yansımaları ne oldu dersiniz?
Müdüre bakın hele!
Bundan (şakaya vurarak) bahsettiğim ve Tekirdağ’daki başka bir fabrikada işe başlayan bir sınıf arkadaşım, duruma inanamayıp üşenmeden kalktı ve yanıma geldi. İşin aslını öğrenince, ortak arkadaşlarımıza bunu fıkra kılığı ile yaydı. Adımız fabrika müdürüne çıktı. Üniversitedeki hocalarımızdan birisi, beni gördüğü zaman hâlâ “N’aber müdür?” diyerek gülmeye başlar.
Unvanımın işime ve işyerimdeki başarıma hiçbir faydası olmadı. İşin yürüyüşü açısından bu unvanla fazladan yapacağım bir şey yoktu. Bu küçük fabrikada işçiler, zaten bana eğitimimden dolayı saygı gösteriyor ve isteklerimi yerine getiriyordu. İşe başladıktan kısa süre sonra (gerçekten) hakları yendiği için protestoda bulunan bir grup işçiyi, “Mademki müdürleriyim, sahip çıkmalıyım” diyerek destekleyince, onlarla birlikte kapı önüne konulduk.
Unvanlar gereklidir ama…
Bir görevi gerçekten tanımak için masanın her iki tarafında bulunmak önemli. Bu nedenle, tecrübe ve basamaklı yükseliş itibar görüyor.
Hasan Baltalar (@HasanBaltalar)
13 Nisan 2015
Kurumsal yeniden yapılanma ile ilgilenen biri olarak, organizasyona ve unvanlara çok dikkat etmeye çalışan biriyim. Profesyonel iş hayatımın hemen öncesinde yaşadığım bu olay bana, unvanlara yapılacak atamalarda liyakate son derece dikkat edilmesi gerektiğini öğretti. Hak edilmeden alınan unvan, bedende komik duran bir elbiseye benzer. Çalışanlar (özellikle yeni mezunlar) da bunu göz önünde bulundurmalıdır.
Yorumlar
Konuk
Yorum 2 (28 Temmuz 2015 11:08)
Konuk
Yorum 1 (03 Temmuz 2015 09:10)
Yorumunuzla katkıda bulunun